Kadınların En Sık Karşılaştığı Vajinal Enfeksiyonlar

genital enfeksiyon

Kadınlarda sıklıkla meydana gelen vajinal enfeksiyonların birçok sebebi olabilir. Birçok kadının hayatlarının bir bölümünde en az bir kez karşılaştıkları vajinal akıntı, kaşıntı ve yanma gibi şikâyetlere genellikle genital bölgede meydana gelen bakteri, virüs ve mantar enfeksiyonlar sebep olmaktadır. Bu enfeksiyonlar tedavi edilmediğinde rahatsızlık verecek boyuta ulaşabilir ve tekrarlayabilir.

Vajinal enfeksiyonlar yaz aylarında kış aylarına nazaran daha fazla görülüyor. Yazın hava sıcaklığının artmasıyla birlikte genital bölgenin nemli kalmasına bağlı olarak vajinal mantar enfeksiyonu ortaya çıkar. Vajinada normal olarak bulunan mantarlar, vajen florasında oluşan değişiklikler nedeniyle aktifleşir ve enfeksiyonu tetikleyebilir.

Antibiyotik kullanımı, hamilelik, şeker hastalığı ve bağışıklık sisteminin baskılanmasına yol açan bir takım rahatsızlıklar risk oranını yükseltir.

Bu sebeple yaz aylarında genital bölgeyi nemli bırakmayacak iç çamaşırlarının giyilmesi oldukça önemlidir.  Havuzdan çıktıktan sonra mantar görülme olasılığı artar. Bunun sebebi havuzun mantar yapması değil, havuz suyundaki klorun, vajen floasındaki yararlı bakterileri öldürmesi sonucu var olan mantar sporlarını aktifleştirmesidir.

Vajinal enfeksiyonların en yaygın görülen belirtisi kaşıntı ve yanma hissidir. Şiddetli kaşınma ve kızarıklıkların yanı sıra beyaz renkli, kokusuz, süt kesiği kıvamında akıntılar da görülebilir. İdrar yaparken yanma, idrarın değdiği bölgelerde sızlama ve cinsel ilişki sırasında ağrı da yaşanabilir.

Enfeksiyondan Korunma Yolları

Sentetik çamaşırlar, dar kıyafetler yerine pamuklu ve rahat iç çamaşırlarını tercih etmek, günde iki kez iç çamaşırı değiştirmek, çamaşırları deterjan yerine sabunla yıkamak, ütülemek, havuz sonrası klordan temizlenmek için duş almak enfeksiyonlardan korunmak için oldukça önemlidir.

Bakteriyel Vajinozis

Hamilelikte sıklıkla karşılaşılan enfeksiyon türüdür. İnce kıvamda, gri, homojen, balık kokusunu andıran akıntıyla kendini gösterir. Cinsel ilişki ile bulaşmaz. Bebeğin suyunun erken gelmesi, erken doğum ve rahim içi enfeksiyon risklerini doğurabilir.

Mantar Enfeksiyonu

Hamilelik süresince vajen ph’ında değişikliklerin yaşanması mantar enfeksiyonlarına yol açar. Keskin şikayetler varsa anne adayları lokal fitil ve kremler kullanabilir. Genellikle doğum sonrası geçer.

Vajinit nasıl geçer?

Gebelerin yüzde 25’i bu enfeksiyonla karşılaşır. Bebeğin suyunun erken gelmesi ve erken doğum nedenleriyle ortaya çıkabilir. Vajinal fitiller, kremler ve ağızdan alınan ilaçlar tedavi için önemlidir. Bu enfeksiyonda kötü kokulu, bol köpüklü, sarı renkli akıntı görülür.

Kilonun Azı da, Fazlası da Kısırlığa Yol Açıyor!

kilolu olmak hamile olmaya engel mi

Kilonun kısırlıkla doğrudan ilişkisi olduğunu biliyor muydunuz? Aşırı zayıf ya da aşırı kilolu kadınlarda yaşanan adet düzensizliği ve yumurtlama sorunu hamileliğe engel oluyor. Fazla kilo erkeklerde de sperm kalitesi ve miktarını olumsuz etkiliyor.

Obezite, adet düzensizliğine, yumurtlama problemi ve kısırlığa yol açıyor. Türkiye’de obeziteye bağlı olarak kısır kalma oranı kadınlarda yüzde 42 iken, erkeklerde bu oran yüzde 21.

Yağ hücrelerinin fazlalığı, östrojen dengesiyle oynuyor. Yüksek miktarda östrojen ise yumurtlamayı engelliyor. Vücut kitle indeksinin yüksek olması; bölgesel, hormonal ve metabolik bozukluğu da beraberinde getiriyor. Bunlar da yumurtaların olgunlaşmamasına yol açıyor. Kilo artışı ile hiperandrojenizm (testosteron gibi erkeklik hormonlarının artması) sorunu ortaya çıkıyor. Böylece yumurtlama bozukluğu meydana gelerek hamilelik şansını düşürüyor. Hamilelik için olması gereken vücut kitle indeksi 21 ila 29 arasındadır.

Obez kadınlar, kilolarının yüzde 5’ini verdikleri zaman bu problemin yüzde 60’ından kurtulabilir. Obezite sadece kadınları değil aynı zamanda erkekleri de tehdit ediyor. Fazla kilo sperm kalitesini düşürüyor. Obez erkeklerde hormon dengesizlikleri, zayıf erkeklere oranla daha fazla görünüyor. Şişman erkeklerde testis bölgesindeki fazla yağ, bölgedeki vücut ısısını artırıyor. Sıcaklık nedeniyle testis damarları genişliyor. Bunun sonucunda ise sperm üretimi ve kalitesi azalıyor. Bu da çocuk sahibi olmayı engelliyor. Bunun yanı sıra fazla kilo erkeklerde iktidarsızlığa neden oluyor.

Kısırlığa Sebep Olan Faktörler

Yaş, hayat tarzı, kilo, stres, sigara ve alkol kullanımı ile genetik yapı; sperm kalitesini etkileyerek döllenmeyi azaltıyor. Bu olumsuzluklar tüp bebekteki başarı şansını da etkiliyor.

Bunun yanı sıra çinko eksikliği de sperm üretimi ve sperm kalitesini olumsuz etkiliyor, testosteron salgılanmasını engelliyor. Çinko ve folik asit takviyesi ile sperm kalitesini arttırmak mümkün. C ve E vitaminlerinin de sperm kalitesine olumlu etkileri mevcut.

Çocuk sahibi olmak isteyen aileler; yaşam tarzında değişikliğe giderek beslenmesini düzeltmeli, egzersiz yapıp programlı kilo vererek ideal kiloya ulaşmalı. Böylece sperm fonksiyonlarını düzelterek gebelik şansını arttırabilir. Bununla birlikte Omega-3 içeren bitkisel yağların tercih edilmesi, sperm sorunlarının önüne geçiyor.

Fazla kilo gibi aşırı zayıflık da kısırlığa davetiye çıkarıyor. Çok zayıflama, beyinden yumurtalıklara giden sinyallerin azalmasına yol açıyor. Bu durum östrojen üretimini durduruyor böylece rahmin iç tabakası gelişemiyor. Bunun sonucunda ise döllenen yumurta rahme tutunamadığı için hamilelik oluşamıyor. Aşırı egzersiz yapımı da adet düzenini bozup yumurtlamayı engelliyor. Bu da kısırlığa yol açıyor.

Embriyo Transferi Sonrasında Yapılması Gerekenler

embriyo transferi nasil yapilir

Embriyo transferi ile birlikte tüp bebek tedavisi de sona ermektedir. Transfer işleminin tamamlanması aynı zamanda zorlu bir sürecin bitişi anlamına gelmektedir. Bundan sonraki süreçte ise tedavinin başarılı olup olmayacağı beklenmektedir. Ancak bu süreçte de annelerin yapmaları gereken bazı şeyler bulunmaktadır.

Embriyo transferinden gebelik testine kadar olan süreç son derece önemlidir. Bu süreçte embriyo rahim içerisinde tutunmaya ve daha sonra da gelişmeye çalışır. Bunun için doğru ortamların oluşturulması gerekmektedir. Transfer işleminden sonraki ilk 12 gün oldukça önemlidir.

Tedavi başarılı olduğunda, 12. günden itibaren HCG düzeyleri gebeliği algılamak için yeterli seviyeye gelmektedir. Bu günde yapılacak kanda gebelik testi ile birlikte tedavinin başarılı olup olmadığı anlaşılabilmektedir.

Embriyo Transferi Sonrası Yaşam

Yaygın kanının aksine transfer işleminde sonra 1 saatlik ya da 24 saatlik yatak istirahatlerinin başarıya arttırdığına dair bir kanıt bulunmamaktadır. Bu nedenle transfer işleminden sonra anne adayları hayatlarına kaldıkları yerden devam edebilmektedir. Embriyo transfer işleminden sonraki süreçte en çok merak edilen konulardan bir tanesi de cinsel ilişkidir.

Orgazmın rahim de yoğun kasılmalara neden olması bu konuda birçok soru işaretini beraberinde getirmektedir. Her ne kadar kasılmaların embriyonun tutunmasına olumsuz bir etkisi olmasa da embriyo transferi işleminden sonra cinsel ilişki beraberinde bazı riskler getirmektedir. Bunlardan ilki aşırı uyarılma nedeniyle büyümüş olan yumurtalıkların yırtılma riskidir. Diğeri ise daha nadir görülen tüp bebek hamileliği ile birlikte doğal hamileliktir.

Embriyo Transferi Sonrası Yapılmaması Gerekenler

Embriyo transferinden sonra kadınların yoğun tempolu sporlardan kaçınması gerekmektedir. Spor esnasında vücutta meydana gelen mekanik titreşimler embriyonun tutunamamasına sebebiyet vermektedir. Ayrıca yoğun tempolu sporlar vücut ısısını da arttırdığı için embriyonun ölme riski bulunmaktadır.

Embriyo transferi gerçekleştikten sonraki süreçte göğüslerde dolgunluk hissi, kasık ağrısı, lekeli akıntılar son derece normaldir ve herhangi bir şekilde endişe etmeye gerek yoktur.

Anne adaylarının embriyo transfer işleminden sonra ve başarılı olunan durumlarda hamilelik sürecinde sigara ve alkol tüketmemesi, aşırı yağlı ve baharatlı gıdalardan uzak durması gerekmektedir. Bu tarz gıdaların hem tedavi sürecine hem de hamilelikte bebeğe olumsuz etkileri bulunmaktadır.

Gebelik Sürecinde Cinsel İlişki Nasıl Olmalı?

hamileyken cinsel iliskiye girilir mi

Gebelik sürecinde en çok merak edilenlerden bir tanesi de cinsel ilişkidir. Hamilelik sürecinde cinsel ilişkiye yönelik birçok doğru bilinen yanlışlar bulunmaktadır. Cinsel ilişkiden sadece riskli gebelik durumlarında kaçınılmalıdır. Sağlıklı gebeliğin bazı dönemlerinde cinsel ilişkiye girmek son derece normaldir. Sağlıklı bir gebelik sürecinde ortaya çıkabilecek bazı riskler cinselliğin sınırlandırılmasına neden olabilir. Bu risklerin başında düşük, erken doğum, kanama ya da enfeksiyon gibi gebeliği ciddi biçimde etkileyen riskler gelmektedir. Özellikle gebeliğin başlangıcında anne adaylarının genital bölgelerinde kanamalar artabilir ya da rahim ağzı bölgesinde yumuşamalar meydana gelebilir. Bu gibi durumlarda da hamileliğin başında cinsel ilişkinin kısıtlanması söz konusu olabilmektedir.

Cinsel İlişkide Bebeğe Zarar Gelir Mi?

Yaygın kanının aksine sağlıklı bir hamilelik sürecinde cinsel ilişki bebeğe herhangi bir zarar vermemektedir. Hamilelikte embriyo, rahim boşluğunda bir kese içerisinde yer almaktadır. Bu kese de rahim içi sıvılar yer almaktadır. Bu nedenle cinsel ilişki sırasında bebeğe herhangi bir temas söz konusu olmamaktadır. Ancak gebeliğin ilerlemesi ile beraber orgazm sırasında rahim kasılmaları artış göstermektedir. Bu durum son derece olağan olduğu için çiftlerin herhangi bir endişe yaşamasına gerek yoktur. Hamilelik sürecinde yaşanabilecek enfeksiyonlar oldukça tehlikelidir. Bu enfeksiyonların oluşmasına fırsat vermemek için cinsel ilişkiye girerken erkeklerin prezervatif kullanması önerilmektedir.  Cinsel ilişki sırasında ise kayganlaştırma amaçlı jeller ya da kremler ise enfeksiyon riskini arttırmaktadır.

Hamilelikte Cinsel İlişkinin Faydaları

Sağlıklı bir hamilelik sürecinde cinsel ilişkinin herhangi bir zararı bulunmadığı gibi aynı zamanda birçok faydası da bulunmaktadır. Gebelikte baş gösteren uyku sorunları birçok anne adayının yaşam kalitesini düşürmektedir. Ancak orgazm sonrası vücutta salgılanan prolaktin hormonu daha rahat bir uyku sağlamaktadır. Yine orgazm ile birlikte salgılanan oksitosin hormonu da doğal bir ağrı kesicidir ve ağrı toleransını arttırmaktadır. Cinsel ilişkinin vücuttaki en büyük etkilerinden birisi de büyük tansiyon olarak bilinen sistolik kan basıncını düşürmesidir. Kan basıncının sağlıklı seviyede olması aynı zamanda doğum için suni sancıya ya da sezaryen doğuma gerek duyulmaması anlamına gelmektedir.

Hamilelerde alerji ve tedavi yöntemleri

hamileyken alerji

Hamilelik sürecinde genel olarak alerjik reaksiyon ortaya çıkması beklenmez. Çünkü vücudun bebeği alerjen olarak algılamaması için annenin bağışıklık sistemi otomatik olarak baskı altına girer ve bu sayede yeni bir alerjik reaksiyonun ortaya çıkma ihtimali oldukça azalır. Histamin, alerji sebebiyle ortaya çıkan bir maddedir. Bu madde plasentadan salgılanan bir madde ile parçalandığı için hamilelik sürecinde alerji ortaya çıkma ihtimali oldukça düşer. Elbette hamilelik öncesinden gelen alerjik reaksiyonlar ya da hamilelik sırasında az da olsa gelişme ihtimali olan alerjiler nedeniyle önlem almak gerekebilir.

Hamilelikte Ortaya Çıkan Alerjik Sorunlar Nasıl Anlaşılır?

Hamilelikte en yaygın görülen alerji sorunları gebelik öncesinde ortaya çıkmış olan astım ve alerjik rinittir. Bu iki rahatsızlık gebelik boyunca devam edebilir. Bu rahatsızlıklar gebelik sürecinde iyileşebilir, kendini hiç göstermeyebilir ya da şiddetlenebilir. Tamamen kişinin fiziksel durumu ile alakalı olan bu değişimler için önceden önlem almak da her zaman fayda vardır. Hamilelik öncesinde alerji testi yaptırmak ve pozitif sonuç veren alerjenlere karşı tedavi olmak gerekebilir. Sadece hamilelik esnasında çıkan alerjiler ise, normal dönemlerde ortaya çıkan alerjiler ile benzer etkiler yaratır. Ciltte kızarıklık, döküntü, kaşıntı; burunda tıkanıklık veya akıntı; sık hapşırma gibi belirtiler alerji belirtisi olarak alınabilir.

Hamilelikte Alerji Tedavisi

Hamilelik sürecinde ortaya çıkan ya da önceden gelişmiş bir alerjinin tedavisinde oldukça dikkatli olmak gerekir. Gebelik süresince kullanılan ilaçların bebeğe zarar verme ihtimali yüksektir. Özellikle alerji tedavisinde kullanılan ilaçların bir kısmının risk grubunda olduğu bilinmektedir. Bu nedenle hamileler alerji tedavisi için mutlaka bir uzmana danışmalı ve ilaçlarını uzman kontrolünde kullanmalıdır. Tedavi amacıyla kullanılan ilaçların seçimi ve dozu tamamen doktora bırakılmalıdır. Hamileler ise, bu dönemde alerji yapan besinlerden uzak durabilirler ya da alerji riski oluşturan ortamlardan kaçınabilirler. Çilek, domates, yumurta, yer fıstığı gibi besinler oldukça sık alerjik reaksiyon oluşturan besinler arasında yer almaktadır. Bu besinleri tüketmekten kaçınmak, gebelik süresince herhangi bir alerji oluşma ihtimalini azaltabilir.

Kısırlığın En Çok Karşılaşılan Nedenleri Nelerdir?

kisirlik neden olur

Dünyada kısırlığın görülme oranı %15 ile %20 arasında değişmektedir. Ülkemizde bu oran ise yaklaşık olarak %17’dir. Bu oranların içerisinde kadından kaynaklı kısırlık problemler %50’sini oluşturmaktadır. Sağlıklı bir kadın ayda bir kez yumurtlamaktadır. Bu yumurtlamanın seyrek ya da düzensiz görülmesi veya hiç görülmemesi durumuna yumurtlama bozukluğu adı verilmektedir. Bu bozukluk adet kanamalarının düzensizleşmesiyle görülmektedir. Yumurtlamayı uyaran hipofiz bezinden salgılanan kadınlık hormonlarıdır. Bu hormonlar düzensiz salgılandığı takdirde adet kanamalarında ve yumurtlamada da düzensizlikler meydana gelmektedir. Kısırlığa neden olan şeylerden bazıları da polikistik over sendromu ya da çikolata kisti gibi kadın üreme organlarında görülen hastalıklardır.

Kısırlıkta En Sık Görülen Nedenler

Yumurta bozuklukları kısırlığa en çok neden olan rahatsızlıkların başında gelmektedir. Hamileliğin oluşması için yumurta ile spermin bir araya gelmesi gerekmektedir. Tüpleri bir miktar ya da tamamen kapalı kadınlarda doğal yolla gebelik elde etmek imkansıza yakındır. Daha önce vücuda alınan verem mikrobu, cinsel yolla bulaşan hastalıklar da kısırlığa neden olabilmektedir. Rahmin iç kısmında yer alan dokunun rahim dışarısındaki bölgelerde odaklar oluşturması ile ortaya çıkan çikolata kisti de ilerleyen evrelerde fallop tüplerine yapıştığı için kısırlığa neden olmaktadır. Bebeğin gelişeceği rahim iç bölgesinde iltihap olması, poliplerin ya da miyomların bulunması ve doğuştan gelen yapışıklıklar kısırlığa neden olan rahatsızlıkların başında gelmektedir. Kadınlarda rahim ağzı salgısının iltihaplı olması spermlerin geçişini zorlaştırabilmektedir. Bu durum spermleri direkt olarak ölmesine de neden olmaktadır. Eşler arasındaki uyumsuz dokular kadınların spermlere karşı bazı karşıt maddeler üretmesi de spermlerin öldürülmesine neden olmaktadır.

Kısırlığa Neden Olan Dış Etmenler

Kısırlığa neden olan dış etmenlerin başında anne adayının sigara kullanması gelmektedir. Sigarada bulunan nikotin yumurtalığın kalitesini bozmaktadır. Kalitesi bozulmuş yumurta döllenmeyi zor hale getirmektedir. Vücut için sigara gibi son derece toksik bir madde olan alkol kullanımı da kısırlığa neden olan dış etmenler arasında yer alır. Az miktarda dahi alkol kullanımı hamileliğin gerçekleşme şansını önemli ölçüde azaltmaktadır. Anne adaylarının çok zayıf ya da çok kilolu olması ve beslenme problemlerine sahip olması yumurtalık sağlığını yakından etkilemektedir. Sağlıksız yumurtalar da hamilelik şansını büyük oranda düşürmektedir.

Kronik Stres ve Kısırlık Arasında Nasıl Bir İlişki Bulunur ?

stres kisirlik yapar mi

Stres vücuttaki organların birçoğundaki uyarılmaların artmasına neden olmaktadır. Organlarda yaşanan aktivite artışı ile beraber adrenal bezlerden hormonlar salgılanmaya başlanır. Stres, nabız, kan basıncı artışı, avuç içlerinin terlemesi ve ani üşüme hissiyle birlikte gelmektedir. Stresin kronikleşmesi ise depresyona, bağışıklık sistemi problemlerine ve uyku problemlerine yol açmaktadır. Kronik stresin tüm vücuda etkilerinin yanı sıra üreme problemlerine de yol açtığı bilinmektedir. Bazı durumlarda aşırı stres, hormon düzeylerinin değişmesine ve bununla beraber kadınlarda yumurta oluşumunda bozulmalara neden olmaktadır. Aşırı kaygı, sürekli depresyon ve sosyal izolasyon doğurganlığı olumsuz yönde etkileyen psikolojik problemler arasında yer almaktadır.

Stres ve Depresyon Nasıl Anlaşılır?

Günlük hayatın getirdiği stresin ve depresyonun insanlar üzerinde yıkıcı bir etkisi olmaktadır. Normal hayata yapılan aktivitelere olan ilginin kaybolması, sürekli olarak çökkün ruh hali, anksiyete, konsantrasyon güçlüğü, uyku bozukluğu, sosyal hayatta ilişkilerin gergin olması gibi belirtiler stresin ve depresyonun olduğuna işarettir. Bu durumların iki haftadan fazla sürmesi ise durumun kronikleşmeye başladığının göstergesidir. Stres sonucunda ayrıca kişilerde iştah, kiloda değişim, alkol ya da sigara gibi maddelerin tüketiminde artış, daha ileriki seviyelerde ölüm ve intihar düşünceleri gibi durumlarda görülmektedir. Sürekli olarak bu gibi durumları yaşayan kişilerin çok geç kalmadan uzman bir doktora başvurmaları gerekmektedir.

Stresle Nasıl Başa Çıkılır?

Stresle ilgili kişinin yapabileceği ve rahatlamasını sağlayabileceği bazı yöntemler bulunmaktadır. Duygusal olarak destek almak bunların başında gelmektedir. Bu destek ile kişinin kendisini yalnız hissetmesi önlenecektir. En çok stres yaratan şeylerden birisi de iş yaşamıdır. İş hayatının getirdiği stresi düşürmek için gerçekçi hedefler koymak, stres kaynaklarını doğru bir şekilde belirlemek ve bunları ortadan kaldırmak stresin ortadan kalkmasını sağlayacaktır. Fiziksel ve duygusal gerilimin azaltılması için hafif yürüyüşler ve günlük egzersizler yaşanan stresin kaybolması için son derece önemlidir. Günümüzde gebelik ve stresin arasında ilişki her gün artmaktadır. Bunun hormonlara yarattığı etki ise durumu daha kötü hale getirmektedir. Stres direkt olarak değil dolaylı olarak kısırlığı etkilediği için stresin ortadan kaldırılması ile beraber tekrar düzene giren hormonlar vücuttaki işlevlerini sağlıklı bir şekilde yerine getirebilirler.

Mikroenjeksiyon Kimlere Uygulanır?

mikroenjeksiyon nedir

Mikroenjeksiyon yöntemi şiddetli erkek kısırlıklarında yüksek oranda başarı sağlayan bir yöntemdir. İlk olarak 1992 yılında uygulanan yöntem bugün oldukça popülerdir ve birçok çift için yüz güldürücü sonuçlar sunmaktadır. Mikroenjeksiyon yöntemi ortaya çıkmadan önce uygulanan tedavilerde döllenme işlemlerinde spermler ve yumurtalar bir araya getirilerek döllenmenin gerçekleşmesi bekleniyordu. Ancak mikroenjeksiyon yöntemi ile döllenmenin laboratuvar ortamında gerçekleştirilmesi sağlanmaktadır. Bu yöntemde ilk olarak yumurta etrafında yer alan kumulus hücreleri temizlenmektedir. Daha sonra sperm yumurtaya iğne aracılığıyla enjekte edilir. Mikroenjeksiyon yöntemi yumurta toplama işleminden sonra 2-4 saat arasında gerçekleştirilmektedir. Bu yöntem ile sonuç alınabilen yumurta oranı %90’lara çıkabilmektedir.

Kimlere Uygulanır?

Mikroenjeksiyon yöntemi sperm sayısı az olan, sperm hareketliliği düşük olan ve sperm şekilleri bozuk olan hastalara uygulanmaktadır. Bu yöntem ile yapılan uygulamalarda döllenme oranı ile sperm oranı arasında herhangi bir ilişki bulunmamaktadır. Bu yüzden tek bir sperm hücresi ile bile döllenme şansı %70’tir. Mikroenjeksiyon yöntemi sayesinde birkaç sperm hücresi ile gebelik elde etmek mümkün olmuştur. Sperm hücrelerinin hareketsizliğinden dolayı hücreler yumurta zarını aşamamaktadır ve bu da kısırlığa neden olmaktadır. Ancak mikroenjeksiyon ile sperm hücresi direkt olarak yumurtanın içerisine bırakıldığı için bu durum aşılabilmektedir. Sperm şekilleri bozuk olan hastalarda ise klasik tüp bebek uygulamalarında döllenme görülmemektedir.

Mikroenjeksiyon ile Başarı Şansı

Mikroenjeksiyon yöntemi ile sperm, mikroskop altında yumurta hücresi içerisine yerleştirilmektedir ancak bu her uygulamada döllenmenin gerçekleşeceği anlamına gelmemektedir. Bu yöntemde de sperm ve yumurtanın kalitesi önemlidir. Mikroenjeksiyon yönteminde döllenme ve hamilelik şansı klasik tüp bebek yöntemine göre daha fazladır. Ancak annenin yaşı da bu yöntemde etkilidir. Yaş ve sağlık durumuna göre mikroenjeksiyon ile döllenme elde etme şansı %50 ile %80 arasında değişmektedir ancak bu döllenmelerin hepsinin hamilelikle sonuçlanacağının bir garantisi bulunmamaktadır. Mikroenjeksiyonda sperm seçme yöntemlerinden IMSI ve mikroçip uygulanmaktadır.

Mikro-tese ve Klasik Tese Arasındaki Farklar Nelerdir?

mikro tese nedir

TESE, menisinde hiç sperm yer almayan ya da sperm sayısı normal olsa bile sperm hareketliliği sıfır olan erkeklerin yumurtalıklarından üreme hücresi alma işlemine verilen isimdir. Bu yöntem ile testislerden sperm elde edilebilmektedir. Lokal ya da genel anestezi altında yapılan TESE yönteminde testisin farklı bölgelerinden alınan çok sayıda parça incelenerek sperm hücresi aranmaktadır. Bulunan sperm hücreleri ise ayırılarak mikroenjeksiyon işlemi için hazırlanmaktadır. Gelişen teknoloji ile beraber bir de Mikro-TESE yöntemi ortaya çıkmıştır. Mikro-TESE yöntemi, Klasik TESE yöntemine göre mikroskop altında yapılmaktadır ve bu sayede dokularda sperm bulma olasılığı daha yüksektir.

Sperm Bulma Şansı

Azospermi hastalarında sperm hücresi bulma şansı Mikro-TESE yönteminde Klasik TESE yöntemine göre yaklaşık olarak %40 daha fazladır. Ayrıca Mikro-TESE yöntemi ile testis dokularında daha az hasar meydana gelmektedir. Daha önce Klasik TESE yöntemi ile sperm hücresi bulunamayan hastalarda Mikro-TESE yöntemi ile sperm hücreleri bulunabilmektedir. Tüp bebek tedavisine devam edilebilmesi için erkekte sperm hücresi bulunması gerekmektedir. Mikro-TESE yöntemi uygulanmaya başladığından bu yana azospermi hastalarında yüz güldürücü sonuçlar elde edilmiştir. Tıkanıklık sorunu bulunmayan hastalarda Mikro-TESE yöntemi ile sperm hücresi bulma ihtimali %35 oranında olabilmektedir.

İşlemler Nasıl Gerçekleşir?

Her iki yöntemde genel anestezi altında yapılmaktadır ancak bazı durumlarda Mikro-TESE işlemi için lokal anestezi de yeterli olmaktadır. Mikro-TESE işlemi mikroskop altında gerçekleştirildiği için testiste bulunan damarlara zarar verme olasılığı TESE işlemine göre daha düşüktür. Bu durum aynı zamanda operasyondan sonra görülen yan etkileri de azaltmaktadır. Testisin mikroskop altında incelenmesi daha başarılı sonuçlar almayı kolaylaştırmaktadır. Her iki işlemde de testis detaylı bir inceleme altına alınır ve sperm rastlama ihtimali bulunan bütün bölümlerde tek tek aranır. Her iki işlemde yaklaşık olarak 1 saat kadar sürmektedir ve her iki işlemde de nadir de olsa hiçbir şekilde sperm hücresine rastlanmama ihtimali bulunmaktadır. İşlemler bittikten sonra hastalar yaklaşık 1-2 saat içerisinde kendine gelmektedir.

Polikistik Overli Kadınlar Hamile Kalabilir mi ?

polisiktik over nedir

Polikistik over sendromu yumurtalıklarda meydana gelen irileşme ve birçok küçük boyutlu kist oluşumu ile ortaya çıkmaktadır. Bu durum kadınlarda hormonal problemlere neden olmaktadır. Polikistik over sendromunun tam olarak hangi sebeplerle ortaya çıktığı henüz bilinmemektedir. Bu sendromun görülmesinde genetik faktörlerin sebep olduğu düşünülmektedir. Bu sendromdan muzdarip kadınların hamile kalma ihtimali diğer kadınlara göre daha düşüktür. Polikistik over sendromu yumurtlamayı engellediği ya da düzensiz hale getirdiği için hamile kalma olasılığını düşürmektedir.

Polikistik Over ve Hamilelik

Tüp bebek tedavisi gören hastaların yaklaşık %15-20’si polikistik over sendromuna sahip hastalardan oluşmaktadır. Bu sendroma sahip hastalar bazen tedavi olmadığından gebe kalabilmektedir. Ancak bu son derece nadir görülen bir durumdur. Polikistik over sendromu %100 kısırlığa sebep olmamaktadır ancak hamile kalma şansını önemli ölçüde düşürmektedir. Ancak tüp bebek tedavisinde polikistik over sendromuna sahip hastalar için gebe kalınabilirlik oldukça kolaydır. Bu sendromda yumurtalık uyarımı sonrasında ortaya çıkan yumurta sayısı oldukça iyidir. Bu sayede tüp bebek tedavisinin olumlu sonuçlanması mümkündür. Polikistik over sendromu hastalarında tüp bebek tedavisi ile hamile kalma şansı yaklaşık olarak %66’dır. Bu sendroma sahip olan hastalarda tüp bebek için uyarımlar oldukça dikkatli ve düşük dozda gerçekleştirilmektedir. Kontrolsüz yapılan uyarımlar aşırı uyarım sendromunun gelişmesine neden olabilmektedir.

Diğer Yöntemler

Polikistik over sendromu olan hastalar genellikle obez hastalardır. Bu yüzden tedaviye başlanmadan önce hastaların fazla kilolarını vermesi gerekmektedir. Bu durum hem yumurtlamayı düzenler hem de gebelik şansını önemli ölçüde arttırır. Polikistik over sendromuna sahip hastaların yumurtlamasını sağlamak için öncelikle insülin direncinin düşürülmesi gerekiyor. Bazı kadınlarda bu direnç haplarla düşürülerek yumurtlama elde edilebiliyor. İlaç tedavisi yaklaşık olarak altı ay kadar sürmektedir. Ancak bir kısım hasta için ilaç tedavisi de yeterli olmamaktadır. Bu durumda iğne ile tedavi yöntemi denenmektedir. 3 ile 6 ay arasında yapılan iğne tedavisi de etkili olmadığı durumlarda tüp bebek tedavisine başvurulması gerekmektedir. Tüp bebek tedavisi, polikistik over sendromu bulunan hastalarda yüz güldürücü sonuçlar elde edilmesini sağlamaktadır.